Eski dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dileği çoktan gerçekleşti. Her yıl bin yeni Rus gelinimiz oluyor. Türk kadınlarının kıskandığı, erkeklerin ise “Hem güzeller, hem komplekssiz” dediği Rus gelinlerle buluştuk. Onlar, genel kanının aksine ‘Rus’ kelimesine yüklü ağır göndermelere meydan okuyan, meslek sahibi kadınlar. Hem güzel, hem başarılı bu kadınlara Türk erkekleri neden cazip geliyor?
Merak edilen gelinler
“Fransa, İngiltere ve Rusya’dan ikişer kadın ve ikişer erkeği ıssız bir adaya bırakmışlar. Bir süre sonra adaya gelip, önce Fransızlara sormuşlar: ‘Hayat nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz?’ Kadın, ‘Bu benim kocam, bu da sevgilim. Bir gün onunla, bir gün bununla geçinip gidiyoruz’ diye cevaplamış. Sonra İngilizlere gitmişler. Bakmışlar ki; herkes kendi evinde yaşıyor, daha tanışmamışlar bile. ‘Neden tanışmadınız?’ diye sormuşlar, İngilizler soğuk bir tavırla yanıtlamış: ‘Kimse bizi tanıştırmadı.’ Son olarak Ruslara gitmişler. Kocaman bir tarla ve ortasında bir ev. İki erkek evde oturmuş, içiyor. ‘Ne yapıyorsunuz?’ diye sormuşlar. Rus erkeği, ‘Bu, bizim çiftliğimiz. Ben çiftliğin müdürüyüm, bu da yardımcım’ diye cevaplamış. ‘Peki, kadınlar nerede?’ ‘Irgatlar mı?! Tarlada çalışıyorlar.’”
Tempo’nun Rus gelini Olga Aykan, ülkesinde çok sevilen bu fıkrayı anlatırken bir yandan gülüyor, bir yandan da pek çok Rus hemcinsinin yaşamının kıssadan hissesini veriyor.
Olga, yapılan her Türk-Rus evliliğini bir ‘anlaşma’dan ibaret görenlere inat, Türkiye’de mutlu bir yuva kurmuş, bir yandan da kariyerine devam ediyor. Tıpkı, haberimiz için konuştuğumuz, üniversite bitirmiş, büyük şehirlerden gelmiş diğer Rus gelinler gibi. Hemen hiçbiri yokluktan kaçmamış; aksine çoğu, “Statüm daha yüksekti” diyor. Peki, o zaman neden buradalar? Türkiye’yi cazip kılan ne? Kimisi kırık, kimisi akıcı Türkçesiyle hikâyesini anlatırken, o meşhur Slav güzelliğinin altından farklı farklı kadınlar çıkıyor.
Türk erkeklerini cazip kılan ne?
İtiraf edelim; biz Türklerin kafasındaki şablon, yukarıdaki Rus fıkrasından farklı sayılmaz: Slav erkekleri alkol düşkünüdür, kadınlara karşı kaba saba davranır, sorumsuzdur. Bu yüzden Slav kadınları mutluluğu yabancı erkeklerde arar. Peki, bu hafif kibirle karışık genellememizin ne kadarı gerçek, ne kadarı önyargı? Sorunun cevabını, en iyi bilenlerden dinliyoruz.
Ukraynalı Yana Gürsürer’in cevabı çarpıcı. “Kısa bir zaman diliminde savaşlar ve devrimler yaşadık. Erkeklerimiz, babasız büyüdü. Baba nedir, aile sorumluluğu nedir, bilmiyorlar. Bu yüzden, erkek keyfine bakarken, kadın daha çok sorumluluk alıp, daha çok kazanıyor. Boşanma oranları yüksek. Üstelik, kadınla erkek ayrılınca, baba çocuğunu arayıp sormuyor. Burada tuhaf karşılayabilirsiniz ama oranın normali bu.” İlk eşi de, oğluyla bağını koparmış. “Ama üvey babasıyla arası iyi. Ona ‘Ağabey’ diyor. Eşim iyi bir rol model.” Türk kadınlarının, günümüzde biraz ‘demode’ bulunan erkek çocukları büyütme şeklini takdir ediyor.
Olga’nın anlattıkları, Yana’yı destekliyor. “SSCB’den bu yana, Rus kadınları kendilerini ‘kadın’ gibi hissetmiyor. Bütün arkadaşlarım iki evlilik yaptı. Kocaları bırakıp gitti, çocuklarını babasız büyüttüler. Ben de babasız büyüdüm; babam üç ayda bir para vermeye gelirdi. Annem doktordu; bana bakmak için gece-gündüz ders veriyordu. Ben de, babasız bir çocuk büyütmek istemiyordum. İyi kazanan, eğitimli insanlarla tanışıyordum, ama beni ve mesleğimi anlayacak birini bulmak önemliydi. Ayrıca aşk evliliği istiyordum. Bu anlamda, eşim Altan ile birbirimizi bulduk. Öncesinde iş bulmam da gelişimi hızlandırdı. Yoksa ne yapardım, bilemiyorum.”
Elena Göksu da, Türk erkeklerinin kadına sahip çıkmasını doğru buluyor. “Aşırıya kaçmadığı sürece, yanında kapı gibi birini hissetmek istiyorsun. Bizim ülkede, kadınlar evlenmek için çaba gösterir, çünkü çok fazla kadın var. Rus kızlarının kendine iyi bakmasının sebebi de bu; ilgi çekmek istiyorlar.”
“Rus erkeği-Türk erkeği diye bir kalıp yok”
Oksana Ökten ise, konuyla ilgili genelleme yapılmasına karşı. “Rusya’da alkol ve uyuşturucu sorununun genele göre biraz daha yüksek olduğu doğru. Çünkü Rus erkekleri eğlenmeyi sever. Evet, eşim, oğluma bakar, bana yardımcı olur ve bize sahip çıkar ama ‘Türk erkekler öyle, Rus erkekler böyle’ diye genelleyemeyiz. Tam aksi örnekler de çok.”
Natalya Karaman da, Oksana ile aynı fikirde. “Türkiye’de bir kadın, ‘Babam altın gibi bir insandı. Bize baktı, büyüttü’ der, öbürü ‘Benimki içki masasından kalkmadı, hovardalık etti’ der.”
Karşı çıkan sadece Türk aileler mi sandınız?
Türk ailelerin, Rus gelin fikrine önyargılı olduğu bir gerçek. Natalya, evliliğinin ilk sekiz yılında, eşinin ailesiyle tanışamamış bile. Ne zaman ki, eşi Muzaffer Bey ile evliliğinden ikinci çocuğu olmuş, o gün bugündür aile ile aralarından su sızmıyor. Muzaffer Bey, “Rize’ye gidince, oranın insanı gibi giyinip kuşanır. Üstelik kimse ondan bu şekilde davranmasını beklemez” diyor.
Madalyonun öteki yüzünde ise, gelinlerin aileleri var. Yana’nın annesi, kızını Türkler konusunda tembihleyip, “İyi düşün” demiş. Eşinin ailesi ile ‘mesafeli’ bir ilişkisi var. “Görünüşte sorun yok ama perde altından hissediliyor.”
Elena Göksu’nun ailesi de, başta Türklere karşı pek sıcak değilmiş: “BM’nin Ankara’daki ofisinde kısa bir süre staj yaptım. Dönüşte Türkçe öğrenmeye karar verdim. Annem buna bile tepki göstermişti.”
Türkçe ve Rusça bilen çocuklar
Çocuk yetiştirmek başlı başına zorken, iki farklı kültür ve din işleri daha da karıştırabiliyor. Ama bu çözümsüz bir mesele değil.Kendisini dört çocuğuna adayan Natalya, çocuklarına hem Rusça, hem de Türkçe öğretmeyi başarmış. “Doğumlarından itibaren Rusça konuştum, eşim de Türkçe. Şimdi iki dili de biliyorlar.
Dostoyevski’yi kendi dilinde okuyabilecekler. Büyük oğlumu, dokuz seneden sonra, Türk okulundan Rus okuluna aldım, çünkü Rusçası gitgide kötüleşiyordu. Türkçe’yi nasılsa her yerde konuşuyor. Bu nedenle, diğer çocuklarımı Rus okuluna verdim.”
Yana ise, Ukrayna’dan geldikten sonra Türkiye’ye hızla uyum sağlayan 13 yaşındaki oğlu için, “Bazen düşünüyorum da, benim çocuğum Türk’müş, hata sonucu Ukrayna’da doğmuş” deyip gülüyor. Sarı saçlı, mavi gözlü Volkan, dili birkaç ay içinde öğrenmiş, şimdi aksansız konuşuyor. İsmini de kendisi seçmiş.
Hıristiyanlığı seçen damat, Müslüman olan gelin
“SSCB döneminde Allah’ın adını anamazdık. Benim ailem üç kuşaktır ateistti. Türkiye’ye gelince, bu anlamda değiştim.” Natalya, sekiz sene önce, hayatının zor bir döneminden geçerken, Rus kilisesini keşfetmiş. “Dinimi ve tarihimi burada öğrendim. Çünkü biz, tarihimizi bile, SSCB yönetiminin izin verdiği ölçüde biliyorduk; nerede kaldı din!” Natalya’nın eşi Muzaffer Bey de, Hıristiyanlığı seçmiş ve vaftiz olmuş. Her hafta kiliseye gitmeye çalışıyorlar.
Rus gelinlerin evlendikten sonra Müslümanlığı seçtiği yönünde genel bir kanı var. Ancak, konuştuğum sekiz kadın arasında, sadece Oksana Akyol, Müslüman olmuş. “Kendimi baskı altında hissetmedim. Eşime, ‘İnandığın dini merak ediyorum’ dedim. O da bana Rusça kitaplar hediye etti. Rusça Kuran okudum. Sonra da İslam’ı seçtim.”
Anastasiya’nın anlattıkları da ilginç: “İlk zamanlar, ben haç takınca, eşim, ‘O kadar gösterme’ diyordu. Evdeki ikonalardan da hoşlanmıyordu. Ben de onun duvara dua asmasına tepki gösteriyor, ezandan korkuyordum. Ama şu an ikimiz için de bunlar sona erdi. O Kuran’ı asıyor, ben haçımı takıyorum. Hiçbir zaman ‘Müslüman ol’ demedi. Çocuğumuz olunca, hangi ülkede yaşayacaksak, onun dinine bağlı olmalı.”
Yana, kendi deyimiyle; “Dindar olmayan, sinagoga gitmeyen bir Musevi.” Oğlu Volkan ise, Müslüman olmak istemiş. Volkan, “Kendimi arkadaşlarımdan farklı hissetmek istemedim” diyor.
Avrupalılardansa, Ruslar daha yakın
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, “Rus gelinlerin sayısı artsın istiyorum. İki kültür birbirine çok yakın” sözleri önemli bir açıklama. Hem Rus gelinler, hem Türk damatlar, Bakan’ın sözlerini, “Normalde Rusların Avrupalılarla yakın olduğu sanılır. Tersine, biz kendimizi Avrupalılara değil, Türklere yakın buluyoruz” diye destekliyor.
İşte bir örnek: Belaruslu Oksana Akyol ve eşi, Türkiye’de evlendikten sonra Minsk’e gitmişler. Kenti keşfe dalmışken, akşam biraz geç olunca Oksana’nın babası arayıp, “Nerede kaldınız?” diye ‘hafif çaplı’ sorgulamış. Bilmem tanıdık geldi mi?
Natalya, yıllardır Türkiye’de yaşamasının etkisiyle, uyum konusunda en fazla yol kat etmiş gelin. Komşularından öğrendiği gibi; tarhanasını, salçasını evde kendisi yapıyor, domatesini yazdan rendeliyor. Eşinin memleketi Rize’ye gittiklerinde, görümcesine yayla çorbası yapmayı öğretmiş.
Olga’nın en çok dikkatini çeken ise, Türklerin hızlı samimiyet kurma özelliği ve acıma duygusu. “Afrika’daki açlara, zengin Avrupalı değil, fakir Türk yardım ediyor.”
Yana’yı, Türklerin milli değerlerine bağlılığı etkiliyor. “Cumhuriyet Bayramı’nda Atatürk portreleriyle yürüyenleri gördüm. Bizim kültürümüzde, bayramlarda içki içilir.”
Elena Güran, kına gecesi, ailece yapılan pazar kahvaltısı gibi adetlerden hoşlanıyor.
“Rus” önyargısıyla mücadele
Kuşkusuz, Türkiye’de yaşayan bu kadınlar için en zor şeylerden biri, ‘Rus’ kelimesinin ardındaki gizli, ağır göndermeler. Rus gelinler, Türkiye’de fuhuş yapan kadınlarla aynı kefeye konulmaktan ve hangi milletten olursa olsun, tüm Doğu Avrupalıların ‘Rus’ diye anılmasından son derece rahatsız.
Oksana Ökten, medyayı bu konuda yanlış yayın yapmakla suçluyor. “Bir filmde, dizide Rus karakter varsa, o mutlaka kötü bir Rus kadın. Bu çok büyük bir leke. ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’, ‘Çocuklar Duymasın’ gibi kaliteli işlerde bile, Rus kadınlar ‘iyi’ gösterilmiyor. Aile dizisinde buna ne gerek var? Bir gün, bir köşe yazarını okudum. O kadar ağır bir yazı yazmış ki, ağladım. Neredeyse, konsolosluğa şikâyet edecektim. Bir yandan çok iyi insanlar var, bir yandan sokakta bile sözle, bakışla rahatsız edenler. Ama artık kendimi ezdirmiyorum, cevap veriyorum. Yıllar içinde buna alıştım.”
Anastasiya da, sokaktaki bakışlardan rahatsız: “İnsanlar fiziğimden yabancı ve Rus olduğumu anlıyor. İlk geldiğimde hoşuma gitmişti, çünkü Moskova’da kimse başını çevirip bakmaz. Çok kadın var ve hepsi güzel. Bu yüzden Türk kadınları biraz kıskançlık yapabiliyor.”
Oksana Akyol da özellikle hemcinslerinin tepkilerine şaşırmış: “Otobüse biniyordum, kızlar bile ‘Aa Rus’ diye birbirine gösteriyordu. Türkçe anlamadığımı sanıyorlardı. Üstelik bu sorunu Taksim gibi bir yerde yaşıyordum. Moralim bozuluyordu. Ama mesela; şu an Halkalı’da hiç böyle bir sorun yaşamıyorum.”
Memleket özlemi
Çok uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan Natalya’nın memleket özlemi bir başka. “Evliliğimde çok mutlu olmama rağmen, sanırım, her insanın kendi ırkından biriyle evlenmesi daha kolay bir yol. Burada her şey var; meyve-sebze, iklim, güneş. Yine de sürekli memleket özlemi içindeyim. Bu ruhumla ilgili. Moskova’da sokakta yürüyorum; çamurlu, bu lutlu, yağmurlu ama nefes alıyorum; yanımda Rusça konuşuyorlar, ben ona doyamıyorum.”
Türk eş: “Eşimin milliyeti değil, iyi insan olması önemli”
Oksana’nın eşi Furkan Akyol, “Oksana’nın gereksiz kaprisini görmedim. Onunla çok şık bir restorana da gidersin, dağ köyünde yer sofrasına da oturursun. ‘Burada ne işimiz var?’ demez. Bence ne kadar güzel olduklarının farkında değiller, çünkü etraflarındaki herkes öyle. Çaktırmayalım!” diyor.
Furkan Bey’e, ‘Rus’ önyargısının evlilik öncesi zihnini meşgul edip etmediğini soruyorum: “Önemli olan, Oksana’nın iyi bir insan olmasıydı” cevabını veriyor. Peki, sinir bozucu durumlar yaşanmıyor mu? “Densiz tipler çıkabiliyor. Yanında Rus şakaları yapabiliyorlar. Ama onlara takılıp kalmıyorsun. Çünkü kendi içinde bu konuyu aşmışsın. Tersine, beni çok kıskanan Türk erkek arkadaşlarım var. ‘Rus’ deyince basite indirgiyorlar ama aslında çoğu çekemiyor. Senin olgunluğunu, bunu kaldırabilmeni kıskanıyorlar. ‘Benim Belarus’ta akrabalarım var’ diye keyifle söylüyorum. Rusça öğreneceğim.”
Natalia’nın eşi Muzaffer Karaman da, “Natalya, hiç uyum sorunu yaşamadı. Yazlığa gidiyoruz, atlıyor arabaya, köye yumurta almaya gidiyor, insanlarla tanışıyor” diyor. Peki ya kendisi ona nasıl uydu? “Hayata bakışım değişti. Sanatla fazla ilgim yoktu, artık çok farklı. Sağlığıma, yediğime içtiğime, kiloma dikkat ediyorum. Spor yapıyoruz.”
Minsk’ten Akdeniz’e indi
Oksana Akyol (25), ‘Beyaz Rusya’ olarak bilinen Belarus’un başkenti Minsk’ten Türkiye’ye gelmiş. Işıl ışıl parlayan, yüzünden gülümseme eksilmeyen, gencecik bir kadın. Çocukluğu, asker ailesi yüzünden Sibirya dâhil eski SSCB’yi dolaşarak geçmiş. Minsk’te kaldığı beş yıl içinde kimya mühendisliği okumuş. “Belarus çok küçük bir ülke. Ekonomik durumu iyi değil. Fazla fırsat göremedim ve üniversiteyi bitirir bitirmez, diplomamı bile almadan Antalya’ya gittim.” Şimdiki aklıyla, kendi cesaretine hayret ediyor. “Antalya’da birkaç kez tatil yapmıştım. Otel resepsiyonlarında çalışan ve turistlerle ilgilenen Rusları görmüştüm. Birkaç saat çalışıyor, sonra denize gidip eğleniyorlardı. Ben de böyle bir iş buldum. Kimseyi tanımıyordum. Türkçe bilmiyordum. Çok gençtim. Ama neyse ki; şansım yaver gitti.” Avukat eşiyle, ‘Rusların Facebook’u olarak bilinen bir site üzerinden tanışmış. “Çok düzgün birkaç mesaj attı. Sonra İstanbul’dan Antalya’ya geldi, yüz yüze görüştük. Beşinci görüşmemizde evlenmeye karar verdik. Her şey altı ay içinde olup bitti. Şu an her şey güzel gidiyor.”
16 yıllık evlilik, dört çocuk
Moskovalı Natalya Karaman (41), 16 yıldır Türkiye’de. Annesinin arkadaşlarıyla 25 yaşında genç bir kadın olarak geldiği Şile’de, kaldıkları otelin müdürüne gönlünü kaptırmış. Moskova’da tıp bitirdiği halde, dil engeli yüzünden Türkiye’de mesleğini hiç yapamamış. Artık Türkçe’yi akıcı biçimde konuşan, dört çocuk sahibi bir ev hanımı. Şikâyetçi sayılmaz. “Ev hanımlığı yaratıcı bir meslek; hem öğretmensin, hem sanatçısın, hem psikologsun, hem kuaförsün, hem aşçısın” diyor. Ayda birkaç günlüğüne, İstanbul’a gelen Rus turistlere Hıristiyanlık tarihinin önemli merkezlerini gezdiriyor. Çocuklarıyla poz verirken, Başbakan’ın üç çocuk söyleminde haklı olduğunu söylüyor.
Hayatlarını Moskova’da kurmuşlardı
Elena Sherysheva Güran (28), Türkiye’ye geleli henüz bir yıl bile olmamış. Türkçe’yi utana sıkıla konuşuyor. Kısa sürede iş bulmuş; bir turizm firmasında Ruslara yönelik tur programları hazırlıyor. Aslında, Moskova’da geliri de, statüsü de daha yüksekmiş. Kimya mühendisliği okuduktan sonra, uluslararası bir danışmanlık firmasında çalışmış. Ama yine de “Yapmak, yapmamaktan iyidir. Orada kalsam pişman olurdum” diyor. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Rus kızların yabancı erkeklerle evlenmesini yanlış buluyormuş. Ne var ki, gönlünü Moskova’da inşaat mühendisliği okumuş bir Türk’e kaptırınca, kaderi farklı olmamış. Eşinin çok iyi bir teklif almasıyla, kendilerini İstanbul’da bulmuşlar.
BM’deki işini bıraktı
Elena Göksu (29), henüz yeni gelin. Moskova’da dil ve psikoloji üzerine iki üniversite bitirmiş. Türkiye’ye gelmeden önce de Birleşmiş Milletler’de çalışıyormuş. Şu an Colin’s firmasında eğitim uzmanı. “Günün birinde Türk’le evleneceğimi söyleseler, gülerdim” diyor. Bu olumsuz imajı kıran, Alanya tatili sırasında tanıştığı tekstilci eşi Gökhan Bey olmuş. “Moskova’da dans etmek istersin, Türkler gelir rahatsız eder. Ama Gökhan çok ağır başlıydı, tanışmak için ben çaba gösterdim. Çok akıllıydı; hayata bakışı çok enteresandı. Aylar sonra ailesiyle tanıştım ve inanamadım; çünkü çok açık insanlardı, çılgın bir kız kardeşi vardı. Sonuçta; her şeyi bıraktım ve geldim. Beş yıldır birlikteyiz ve en ufak pişmanlığım yok.”
Pop Star’dan evliliğe
Moskovalı Oksana Ökten (32), pek çok madalya sahibi, eski bir sportif salon dansçısı. Şimdi Beşiktaş’ta dans dersleri veriyor. Enbe Orkestrası’nın solisti eşi Çağlar Ökten ile Pop Star’ın ardından koreografisini üstlendiği ‘Bir Yıldız Doğuyor’ programında tanışmış. Türkiye’ye gelmekten başta çok korkmuş. “Rusya’da, Türkler tarafından iş bahanesiyle kandırılıp, buraya gelince pasaportu alınan ve hayat kadını olarak çalışmaya zorlanan kadınlarla ilgili haberleri okumuştum. Bu yüzden, beni ilk kez Ankara’daki bir seminere davet ettiklerinde endişelendim. Bir ay boyunca ret cevabı verdim. Çok ısrar edince, iyice araştırdım, referanslar istedim, beni çağıran yerin gerçekten bir dans okulu olduğuna ikna olunca geldim. Ankara’ya geldiğimde, her kelimeyi, her bakışı yakalamaya çalışıyordum. ‘Pasaportum nerede?’ diye sürekli kontrol ediyordum.” Şimdi yedi yıllık evli, iki yaşında Arthur isimli bir oğlu var.
Moskova’da üst düzey bir yaşamı bıraktı
Olga Aykan (33), Tempo’nun görsel yönetmeni, aynı zamanda aşkın Türkiye’ye sürüklediği bir Moskovalı. “Bir yandan Güzel Sanatlar Akademisi’nde doktora yapıp ders veriyor, bir yandan da Moskova’nın en büyük yayınevi Kommersant’ta birkaç derginin görsel yönetmenliğini yapıyordum. İyi para kazanıyordum. Ama yalnızdım.” Bırakın bir Türk ile evlenmeyi, Türkiye’ye gelmek dahi istemiyormuş. “Burayı ucuz tatil yeri olarak görüyordum. Bir arkadaşım çok ısrar edince, onunla beraber Bodrum’a gittim ve tesadüf; eşimle tanıştım. Aslında o da Ruslara karşı önyargılıydı. Ama şimdi dört yıllık evliyiz ve bir oğlumuz var.” Evinin koltuğunda, Osmanlı padişahlarının portrelerinden esinlenerek, eşini resmettiği tablonun önünde poz veriyor.
Oğlunu alıp Ukrayna’dan geldi
Yana Oleneva Gürsürer (35), okyanus mavisi gözleri ve sapsarı saçlarıyla tipik bir Ukraynalı. Kalkınmış sanayi şehri Donetsk’te yaşıyormuş. Şu an 13 yaşındaki oğlu İvan (artık Volkan) ile Türkiye’ye gelmeden önce uzun uzun düşünmüş. “Ekonomi okumuştum ve kazancım gayet iyiydi. Avon’da satış uzmanıydım, aynı zamanda reklam stüdyosunda çalışıyordum. İlk eşim Rus’tu ve iyi bir insandı ama yürümedi. Bir arkadaşım Türk’le evliydi ve beni internette şimdiki eşimle tanıştırdı. Bodrum’da, yüzyüze tanışmamızın ertesi günü evlenme teklif etti. ‘Evet’ dedim ama ülkeme dönünce çok düşündüm. Bu sırada sürekli arayıp ilgileniyor, önem verdiğini gösteriyordu. Oysa Rus erkekleri öyle değildir. Kadın çok olduğu için uğraşmaları gerekmez. Ama o benim için adeta savaştı. Hiç alışkın değildim ve çok hoşuma gitmişti. Bu çok önemliydi. Bir buçuk yıl sonra evlendik.”
Komşuları ‘Rus gelin’ diye çağırıyor
Anastasiya Vanina Karakiraz (25), gençliğinin doruğunda, dikkat çekici, güzel bir kadın. Moskova’da İngilizce-Rusça tercümanlığı okumuş, ayrıca profesyonel makyözlük yapmış. Tatil için gittiği Antalya’da, bir otelin müşteri ilişkileri bölümünde çalışması için aldığı teklif, hayatını değiştirmiş. Burada, spor animatörü eşiyle tanışmış. Evlendikten sonra, bir süre Bodrum’da çalışmış ve iki buçuk yıl önce İstanbul’a gelmişler. “İlk yıl çok zordu. Bir süre işsiz kaldık, eşimin kız kardeşinde kaldık. Sonra iş bulduk ve ben Türkçe öğrenmeye başladım.” Şimdi Laleli’de, tekstil ihracatı yapan bir firmada çalışıyor. Komşuları onu, “Rus gelin” diye çağırıp, kızları gibi ilgileniyor. “Şanslıyım” diyor.
Özlem Soğukdere / Tempo